Sağ gözüm seyiriyor, sol gözüm saate bakıyordu. Fazla mesai bu olsa gerek dedim içimden. Söylediklerim genelde içimden gelen seslerdir. İçim dışıma karışmaz, dışım da pek umursamaz içimi. Etliye sütlüye karışmayan birliktelikleri olduğunu düşünür dururum.
- Herkes çıkabilir. Yarın görüşürüz, iyi akşamlar.
Çantamı masaya yatırdım, ne var ne yok tıkıştırarak patronun peşinden olay mahallinden uzaklaştım. Asansöre bindim, asansörden indim. Kapıdan çıkıyordum ki adımlarım geriye doğru gitmeye başladılar. Bedenim beynimden daha akıllıdır. Çıktım, koştum, aldım, indim, çıktım. Sağ elimde kurbanlık derisi çantam, sol elimde öğlen götmarket(sizler mikromarket diyebilirsiniz)'ten aldığım ıvır zıvırlar...
-Şırfıntı!!!
Çıktı, dışımdan. Alnıma bir su şıpırtısı konaklamaya gelmişti. Boynumu hafif yukarı kütlettim.
-Hangi Şırfıntı yaptı?
Bu küfürü de nereden bulmuştum. Kim kullanıyor ki artık?
-Şıp,Şıp,Şıp......
Kaldırımın karşısında ufak bir (götmarket daha büyük) kafe, yağmur dinene kadar oturmamı ister gibi bakınca kıramadım. Adına bile bakamadan, oturdum. Garson kızlardan biri (ki sonra farkettim sadece tek kız var) yanıma geldi.
-Bol şekerli Türk kahvesi.
Mentollü sigara... Çok içmem; alırım bir paket, kahveden kahveye. Bir tane çıkardım, yaktım, yan masaya kulağımı kabarttım.
-Nasılsınız? İyisinizdir inşallah.
-İyiyiz, iyiyiz. Gördüğünüz gibi hava yağmurlu. Yağmur berekettir . İnsana zenginlikler katar. Her işimde bana uğur getirmiştir.
-Ne iş yaparsınız?
-Yazarım.
-Oğlumuz ne iş yapar?
-O da yazar, reklam yazar genelde.
-Baba oğul sürekli yazıyorsunuz.
Şehirde başka açlar da yaşıyormuş. Tüh! Damla sakızlı kahve varmış. Onu söylesey...
-Buyrun, kahveniz.
-Geç kaldın.
-Efendim?
-İçime söylemiştim. Pardon.
-Afiyet olsun.
Bir yudum aldım...
-Öhö, öhö, öhö... Tuz,tuz,tuz... Yok mu daha?Öldüreceğin mi beni be kadın?
-İyi misiniz? Çok özür dilerim. Su için.
Suyu içtim, ayağa kalktım. Kız elimden poşetimi aldı.
-Efendim sebeb-i ziyaretimiz belli.
-Lafınızı balla böleceğim, kızım çağırıyor. Hemen geliyorum.
-Böyle adama kız yok.
-Baba, biz birbirimizi seviyoruz.
-Ver bakayım şu poşeti bana.
İlk günü mü? Tamam acemi olabilirsin de... Poşetimi ne yapacak? Heh geldi poşette.
-Sana kız mız yok, derhal çık evimden.
-Poşetim.
-Al poşetini, bir daha kızımın etrafında dolaşma. Yazar bozuntusu.
-Efendim, şu hesabı..
-Para mı? Sen bizi ne sandın gavat!
- Şimdi hesap almayacaksınız.
- Sana verecek kızım,hesap alacak kasam yok.Çık dedim. Derhal!
Yanında ikram olarak gelen lokumu ağzıma, kendimi dışarı attım. Eve geçtim, açtım televizyonu, evlilik programı çıktı karşıma.
-Bir kızı bin kişi ister,bir kişi alır. Bunu unutma; o kişi benim.
-Kendine o kadar güvenme. Sümsük!
-Sümsüklüğü göreceksin. Evleneceğiz seninle.
Kapadım televizyonu. Ne hallere düşmüş şu kutucuk. Gittim mutfağa, kendime bol şekerli bir kahve yaptım...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Emre Anılmış- İki nefes arası romanı
"...İkinci el kitaplar, ikinci el kıyafetler, ikinci el yaşamlar… Sahibinden satılık kılıflara girip emlakçıdan kiralık bedenlere hap...
-
Durdurulamaz bu sevinçli gökyaşı Dağları ovaları aşar bu karayaşı Düğmeleri ilikle Gelir sana dumanlı göktaşı Yağ yağmur yağ gözyaşı Sesi du...
-
"...İkinci el kitaplar, ikinci el kıyafetler, ikinci el yaşamlar… Sahibinden satılık kılıflara girip emlakçıdan kiralık bedenlere hap...
-
Kılıfına uydurmak diye bir şey var! Hayatta her bir şeyi; nedensiz, sualsiz, sorgusuz bir biçime sokmaya çalışıyoruz. Tutturabildiğine, uy...
